This authoritative handbook is the reference of choice for researchers and students of personality.

Sentence boundary detection (SBD) represents an important first step in natural language processing since accurately identifying sentence boundaries significantly impacts downstream applications. Nevertheless, detecting sentence boundaries within legal texts poses a unique and challenging problem due to their distinct structural and linguistic features. Our approach utilizes deep learning models to leverage delimiter and surrounding context information as input, enabling precise detection of sentence boundaries in English legal texts. We evaluate various deep learning models, including domain-specific transformer models like LegalBERT and (...) CaseLawBERT. To assess the efficacy of our deep learning models, we compare them with a state-of-the-art domain-specific statistical conditional random field (CRF) model. After considering model size, F1-score, and inference time, we identify the Convolutional Neural Network Model (CNN) as the top-performing deep learning model. To further enhance performance, we integrate the features of the CNN model into the subsequent CRF model, creating a hybrid architecture that combines the strengths of both models. Our experiments demonstrate that the hybrid model outperforms the baseline model, achieving a 4% improvement in the F1-score. Additional experiments showcase the superiority of the hybrid model over SBD open-source libraries when confronted with an out-of-domain test set. These findings underscore the importance of efficient SBD in legal texts and emphasize the advantages of employing deep learning models and hybrid architectures to achieve optimal performance. (shrink)

This Work aims at reflecting on mystics, within the Western tradition, departing Lima Vaz’ thought, in order to try identifying the function that rested reserved to Mystic Experience, in the Modern Society, Society that, as It purposes Itself destroying the Sacred one up the World, has put aside Religion as a factor of legitimation regarding to public sphere. Its purpose is recovering some historical-philosophical aspects regarding to Christian Tradition in order to understanding better the level regarding to crisis of (...) meaning of this Society can be linked to the progressive lack concerning the originary relation of the Human Being with the Transcendence Itself since that this lacking subverted the constitutive nucleus of its own identity as an open. We may assume that this Reflection of ours will be turned on contributing for reflecting of the Christian Mystics et its contribution for the dialogue with the plurality of the actual ways of spiritualities, in front of crisis concerning the contemporaneity. (shrink)

Personality Psychology: Current Status and Prospects For the Future I want to consider the current status and future of the field of personality psychology, often basing my observations on my own research and theoretical interests. Let me begin by summarizing what I have to say in terms of three points of emphasis: First, the field of personality can be viewed in terms of three disciplines—trait, social cognitive, and psychodynamic—each associated with its own empirical procedures and observations. That is, each is (...) associated with its own form of personality data but all represent relevant data. Second, there is a need in the field for a dynamic systems perspective, one that emphasizes the interplay among the parts of the personality system in the course of the person's ongoing transactions with the physical and interpersonal environment. Third, in the future personality psychologists increasingly will have to integrate findings from biopsychology and neuroscience into their theories and research questions. This raises the question of how they can create bridges across levels of analysis and avoid the problem of reductionism. In other words, there is the issue of how personality psychologists will address the mind-body problem. (shrink)

Thomas Hobbes (1588-1679) toplum sözleşmesi teorisinin kurucusu olarak kabul edilen önemli bir siyaset kuramcısıdır. Hobbes’un doğal durumu tanımlaması, toplumun oluşmasındaki nedenleri belirtmesi, yetkiye ve siyasi yükümlülüklere dair fikirleri siyasi düşünce tarihinde dikkat çeker. Düşünür, özellikle yaşadığı yüzyılda monarşiyi güçlendirmek adına siyasal itaati meşrulaştırmanın gerekliliği üzerinde durmuş, dönemin koşullarından dolayı Tanrı fikrini tamamıyle dışlayamamıştır. Bu yüzden toplum sözleşmesi fikrini temellendirdikten sonra ahlaki yasalar ve yükümlülükler aracılığı ile Tanrı kavramını teorisine dahil etmeyi seçmiştir. Bununla birlikte, kendisinden önceki düşünürlerin aksine Tanrı’ya siyasal ve (...) toplumsal düzeni sağlama hususunda ancak ikincil bir görev vermiştir. Tanrı kavramını ve yazılı olmayan kuralların yükümlülüğünü dışlaması, söz konusu dönemde Hobbes’un ateist olduğuna dair tartışmalara yol açsa da, kendisi bunu kabul etmemiştir. Bizim kanaatimiz, Hobbes’un aslında bir ateist olduğu ve Tanrı fikrini sadece toplumun düzenini sağlamak için siyasi bir araç olarak kullandığı yönündedir. Bir başka deyişle, argümanımız; Hobbes’un dini ve Tanrı korkusunu, bireyleri yazılı yasalara uymaları yönünde zorlamak için kullandığı şeklindedir. Bu argümanın haklılığını gösterebilmek için makalemizde Hobbes’un De Cive ve Leviathan kitaplarındaki argümanları analiz edilmiş ve geliştirmiş olduğu kuramda dinin ve Tanrı’nın yeri incelenmiştir.Özet: Thomas Hobbes, İngiltere’de sosyal ve siyasi düzenin tehlike altında olduğu ve egemen gücün meşrulaştırılması gerektiği bir dönem olan onyedinci yüzyılda yaşamıştır. Doğal bilimlerdeki ilerlemeler ve felsefik düşünce yapısındaki değişimler, rasyonaliteyi önemli kılarak, söz konusu dönemde egemenin gücünün ve bireylerin özgür istencinin sorgulanmasına olanak vermiştir. Bu yüzden, Tanrı, din ve siyasi yükümlülükler ile ilgili sorunlar da yeni bir boyut kazanmıştır. Hobbes’un esas felsefesi Aristoteles teleolojisini çürütmek ve sonrasında da onu mekanik yaklaşım ile değiştirmekti. Hobbes’un modern doğal bilimlere olan yaklaşımı, siyaset felsefesini de mekanik bir yaklaşımla temellendirmeye itmiştir. Bu sebeple, Tanrı’nın birincil rolünü siyaset felsefesinden çıkarmış, ama bunu yaparken de Tanrı’nın varlığını inkar etmemiştir. Hobbes’un bu makalede tartışılan kitapları; De Cive ve Leviathan’da, bireylerin toplumun önemli parçaları olduğundan ama doğal olarak siyasi birer varlık olmadıklarından bahsedilir. Hobbes’a göre bireyler hayatta kalmak için siyasi bir kurumun altına girmek durumundadırlar. Bir başka deyişle, insanın zayıflığı, siyasi toplumun kurulmasını gerekli kılmıştır. İnsan doğal olarak siyasi bir varlık olmasa dahi, siyasi bir kurum altında yaşamak insan doğasına aykırı bir durum değildir. Hobbes’un üzerinde durduğu temel nokta, sivil toplumun yapay bir ürün olsa dahi bireylerin refahı için gerekli olduğudur. Yazılı yasaların ve bir otoritenin, kısacası zorlayıcı bir gücün olmaması halinde, insanlar tehlike altında olacaktır. Bu koşullar altında, bir kişinin kendisini koruması için ne gerekiyorsa yapacağı şaşırtıcı bir durum değildir. Böylesi bir savaş durumunu engellemek için, kişiler doğal durumdaki sınırsız özgürlüklerini bırakarak, egemen bir gücün altında yaşamayı tercih edeceklerdir. Aslında Hobbes’a göre, insanın güvenliğini sağlayan siyasi toplumun varlığı değil, zorlayıcı bir gücün varlığıdır. Bu güç, insanların barış içerisinde yaşaması için gereken koşuldur. Bir başka deyişle, bireyler önce toplumu oluşturmak için sonra da o toplumun devamlılığını sağlamak için bir güçten korkmalıdırlar. Korku kavramı olmadan Hobbes’un bahsettiği siyasi güce bir temel bulmak zor olacaktır çünkü korku faktörü bireylerin kişisel çıkarları ile toplumsal iyinin karşı karşıya geldiği durumlarda, bireyi korkutarak siyasi güce uymayı zorlayacak ve böylece toplumsal refahı sağlayacaktır. Bu noktada, Hobbes’un kuramına Tanrı kavramı dahil olur. Bu makalede, Hobbes’un kuramında dinin rolü olmadan siyasi yükümlülük kavramının eksik kalacağı tartışılmıştır. Bireyler birbirlerinden korktukları için ve güvenliğe ihtiyaçları oldukları için bir toplumun altında yaşamayı tercih ederler. Hobbes’a göre bu ihtiyaç Tanrı korkusuyla desteklenmelidir. Fakat, Hobbes ne Tanrı korkusunu ne de ahlaki yasaların varlığını doğal durumda kullanmıştır. Bunun yerine, sonrasında siyasi düzen için gerekli olan yükümlülüklere bir temel bulmak için, Tanrı kavramını kullanmayı seçmiştir. Hobbes, burada analiz edilen kitaplarında doğal yasalar, ahlaki yasalar ve ilahi yasalar kavramlarını açıklar. Ona göre, doğal yasalar ahlaki yasalardır ve aynı zamanda ilahi yasalar olarak da adlandırılabilirler. Bu yüzden üçü de aynı görünür ve hepsi de Tanrı tarafından verilir. Tanrı her bireye akıl verdiğinden, herkes bu yasalara akılları aracılığı ile ulaşabilir. Hobbes’un kuramında bu noktaya kadar, sadece sivil toplumda değil, doğal durumda da ahlaki yükümlülüklerin olmasına imkan veriliyordu. Fakat, Hobbes insanların doğal durumda ahlaki bilinçlerinin olmadığını ve ahlaki yasalara uymak zorunda olmadıklarını söyler. Ona göre doğal yasalar, ahlaki yasalar ya da Tanrı’nın yasaları, adına her ne dersek diyelim, yükümlülük yaratan yasalar olmaları için bir sivil otoritenin yaptırımında olması gerekir. Her ne kadar da doğal durumda ahlaki yasaların varlığından söz etse de, söz konusu yasaların insanların toplum altında yaşamaya geçmeden önce yükümlülüğe yol açmadığını da ekler.Doğal yasalar sadece insanları toplum altında birleştirmeye zorlayacak bir güç olması halinde, Tanrı’nın buyrukları olarak zorunluluğa dönüşürler. Bu demektir ki; ahlaki ilkeler siyasi bir güç olmadığı sürece anlamsızdırlar. Hobbes’un felsefesinde aklın buyrukları ve Tanrı’nın yasaları iki farklı kavram olarak ortaya çıkar; bu durum da bizi Hobbes’un aslında Tanrı’ya inanmadığını savunmaya kadar götürebilir. Halbuki, Hobbes’un yükümlülükleri meşrulaştırmak için dinin gücüne ihtiyacı vardır. Bu sebeple, Tanrı’yı bir araç olarak kullanmayı seçmiştir. Böylece, egemenin mutlak gücünü de sınırlamış ve yükümlülükler için de bir temel bulabilmiştir. Bir başka deyişle, Tanrı’nın varlığının dini açıdan meşrulaştırmasını yapmak yerine, egemen gücün eline dini ve Tanrı’yı siyasi ve sosyal düzene ulaşmak için bir araç olarak vermiştir. Hobbes’un göstermeye çalıştığı, Leviathan diye adlandırdığı toplumun bireylerden oluştuğu ve bu bireylerin egemen güce biat etme sebeplerinin, kendilerinin vermiş olduğu rıza ve yetki olduğudur. Kısacası, Hobbes siyaset felsefesinin temeline Tanrı’yı değil, öznelerin özgür iradelerini koyar. Bireyler doğal durumdaki sınırsız özgürlüklerinden feragat ederek bir egemen altında yaşamaya rıza göstermişlerdir, çünkü karşılığında güvenliklerini sağlayacaklardır. Bu anlaşma gereği egemene itaat etmeyi kabul ederler. Böylece siyasal olarak bireyin bağlı bulunduğu yükümlülükler Tanrı kavramı ile sınırlandırılmış olan egemenin gücü ile meşrulaştırılmış olur. Bu makalede, Hobbes’un egemenin mutlak gücünü ilahi irade olan Tanrı ile sınırlandırmış olduğu gösterilir. Aslında Hobbes’un yapmaya çalıştığı, egemenin gücüne mutlakiyet sağlayarak, onu ne dünyevi ne de ilahi bir güce karşı sorumluluk altına sokmaktır. Bunu nasıl başardığı ise bu makalede, Hobbes’un De Cive ve Leviathan kitaplarının analiz edilmesi ile detaylı olarak gösterilmiştir. (shrink)

COVID-19 is an acute respiratory illness with higher mortality in older adults. This condition is spread person-to-person through close contact, and among policies employed to decrease transmission are the improvement of hygiene habits and physical distancing. Although social distancing has been recognized as the best way to prevent the transmission, there are concerns that it may promote increased depression symptoms risk and anxiety, mainly in older adults. This cross-sectional study aimed to verify self-concept of social distancing in adults compared to (...) older adults. All participants, over 18 years and residents of São Paulo state, were invited to join this research study by a message application and answered an interdisciplinary questionnaire during the period from May 23 to June 23, 2020. The questions were divided into the following aspects: sociodemographic data, financial conditions, routine-related perception, perception of health, physical and emotional state, and eating habits. The younger adult group was composed of 139 participants, with a mean age of 43.15 years, and the older adult group was composed of 437 participants with a mean age of 67.59 years of both sex. Changes in routine during the period of social distance were reported by 95% of adults and 96.8% of older adults, but adults indicated more significant alterations in routine. Although there was no difference between groups for several aspects, adults revealed greater alterations in sleep quality, evacuation frequency, and more difficulty to perform daily activities at home. Further studies are necessary to follow up the impacts of social distancing among adults and older adults in different socioeconomic contexts to better understand the long-term alterations and the necessity of interventions. (shrink)

The NIH-Moderna mRNA COVID-19 vaccine’s steep price increase raises concerns that this will be the new anchor for continued price hikes and underscores the need for upstream government intervention to enable greater accountability and stewardship of public biomedical research investment.

O autor da coletânea de ensaios, Andrew Feenberg, nasceu em Nova York, nos Estados Unidos, em 1943. Filho de um proeminente físico teórico esteve desde muito cedo em contato com a ciência, com cientistas e com os aparatos técnicos por eles utilizados. Os seus interesses nas áreas de humanidades levaram-no a trilhar a formação em filosofia. Graduou-se na Universidade de John Hopkins em 1965, obteve o título de mestre em 1967 na Universidade da Califórnia em San Diego. Mudou-se para a (...) França nos anos seguintes, que, segundo ele mesmo, foi um período que marcou para sempre sua vida e a sua compreensão do fenômeno técnico e da ligação entre tecnologia e sociedade. Feenberg volta aos Estados Unidos e obtém o título de doutor em 1973, sob orientação de Herbert Marcuse, um dos grandes nomes da nova esquerda até então e um dos grandes pensadores do Século XX. Feenberg trabalhou como professor na Universidade Estadual de San Diego de 1969 a 2003. Em seguida mudouse para Vancouver, Canadá, assumindo a posição de professor na Universidade Simon Fraser e a cátedra em filosofia da tecnologia, posição que ocupa até hoje. A interação de Feenberg com o público de língua portuguesa tem se dado por meio da participação dele, dentre outras coisas, em eventos realizados no Brasil, como no “Fórum Social Mundial”, a “Conferência Internacional da Rede de Tecnologia Social” e o “Colóquio sobre a filosofia da tecnologia de Andrew Feenberg: democracia, racionalidade e invenção”. (shrink)

pt. 1. O materialismo juridico e suas fontes.

A educação em direitos humanos é essencial para o desenvolvimento pleno da personalidade, para a consolidação da cidadania e para promover a cultura da solidariedade, constituindo um dos principais desafios contemporâneos. Aqui reside o papel fundamental das instituições públicas e privadas, na medida em que as mesmas são desafiadas a criar, promover e fortalecer a cultura dos direitos humanos nos seus espaços de convivência. O texto adota como metodologia a análise de bibliografia especializada. Nessa direção, investiga-se os principais instrumentos normativos (...) e diretivos da sociedade brasileira, tais como a Constituição Federal, a Lei de Diretrizes e Bases da Educação, a Declaração Universal dos Direitos Humanos e outros documentos que tratam da educação e dos direitos humanos, com o objetivo de extrair algumas implicações para a práxis religiosa. O percurso inicia analisando o texto constitucional que estabelece a educação como direito de todos, bem como seus respectivos objetivos; na sequência, a partir da Declaração Universal de 1948, faz-se uma reflexão sobre a educação em direitos humanos e sua importância para a consolidação da cidadania; ao concluir, o autor apresenta as implicações da educação em direitos humanos no contexto religioso brasileiro: a educação em direitos humanos promove a liberdade e a igualdade; promove uma educação comprometida com o desenvolvimento humano e com a cultura da solidariedade; e promove a amizade entre as diferentes religiões. (shrink)

L’article présente la concordance et les accordages entre le travail processuel du psychologue en visite médiatisée et les fonctions maternelles assurées par l’assistant(e) familial(e) auprès de l’enfant accueilli. Dans une approche inter et transdisciplinaire garantie par un métacadre institutionnel sécurisant, le psychologue clinicien se trouve à l’articulation de ces instances complémentaires. Les enfants amenés à rencontrer leur(s) parent(s) en visite médiatisée se sont développés dans une famille aux liens pathologiques. Le clinicien vient assurer une fonction de moi-auxiliaire pour l’enfant, favorisant (...) l’émergence d’une autonomisation psychique possible quant à sa relation avec ses parents. Au sein de l’accueil familial, l’enfant exprimera les modalités relationnelles qui sont siennes, trouvera chez l’assistant(e) familial(e) une nouvelle figure parentale d’identification et d’attachement. La situation de Clémence illustre les effets subjectivants de chacun des cadres d’intervention et par-delà le travail inter et transdisciplinaire mené. (shrink)

O objetivo deste trabalho é traduzir e apresentar os fragmentos 19 e 20 dos Esboços de Sistema de Jena, escritos por Hegel entre 1803 e 1804. Primeiramente, farei uma rápida consideração do significado filosófico desses fragmentos, os quais tratam, desde a peculiar concepção hegeliana da consciência como espírito, da razão teórica e da razão prática como equivalentes, respectivamente, à linguagem e ao trabalho. Procuro sublinhar essa relevância filosófica a partir da interpretação habermasiana dos fragmentos, a qual lhes conferiu notoriedade como (...) tentativa de reconstrução do materialismo histórico. A partir desta breve contextualização, apresenta-se, a seguir, uma tradução para o português dos mencionados fragmentos. (shrink)

A intenção deste texto é realizar um diagnóstico crítico das formas de ser do tempo na obra de Karl Marx. Assim vamos explicitar os sentidos do tempo que influenciam a condição humana em geral e de que modo e sob que condições sua subsunção ao tempo fetichizado do capital arruína a vida humana na sociedade capitalista. A metodologia aplicada foi a de análise e revisão bibliográfica das obras de Marx e da bibliografia secundária afim de apreender dialeticamente as determinações e (...) relações recíprocas entre as principais noções de tempo na obra marxiana. O tempo de trabalho médio socialmente necessário se põe como fundamento do valor das mercadorias na sociedade burguesa. Todavia, sua expressão e as contradições que ele enseja são ocultadas para os agentes da troca; e ao mesmo tempo ele se impõe como a forma dominante sobre os modos de ser, de pensar e agir na sociedade capitalista. A partir desta análise vislumbra-se a possibilidade do tempo livre que se põe como horizonte da crítica social, pois aponta para uma dimensão que possibilita a superação concreta das condições do tempo histórico do capital. Assim o tempo livre se põe como a possibilidade de efetivação da liberdade, da igualdade e da justiça social, elementos prometidos, porém não realizados na dinâmica abstraidora da sociedade burguesa. Tal construção processual tem possibilidade de se efetivar mediante os potenciais latentes e manifesto, porém, abafados, na imanência das contradições da sociedade vigente. (shrink)

O artigo objetiva investigar a fundamentação metafísica das leis em Platão e suas implicações normativas para a política, especialmente a partir do Livro I das Leis. A tese central é que a ideia de Bem constitui o fundamento e a instância reguladora das leis que têm pretensão normativa de universalidade e justiça para a vida pública.: The paper aims to investigate the metaphysical groundwork of the laws in Plato and its normative implications for the politics, especially from the books I (...) of Laws. The central thesis is that the idea of Well constitutes the ground and the regulatory instance of laws that have normative claim of universality and justice for public life. Keywords: Justice, Law, Metaphysic, Politics, Plato. (shrink)

A presente pesquisa sobre uma abordagem de gênero propõe­se a analisar as trajetórias de Trabalhadores docentes, focalizando os fatores que impulsionam as mulheres a seguir a carreira na educação superior na Universidade Federal de Sergipe. O estudo de caso organizacional desenvolveu­se na Universidade Federal de Sergipe/Campus de Itabaiana­-SE, que integra 84 docentes (58 homens e 26 mulheres). Fontes utilizadas: revisão bibliográfica abordando conceitos orientadores da literatura; documentos da instituição e dados estatísticos sobre o perfil. As estatísticas de imediato descobrem a (...) permanência da segmentação e divisão sexual do trabalho. Verificamos que existem avanços pontuais, mas, no entanto, sem a ruptura de mecanismos que historicamente inviabilizaram a democratização dos espaços acadêmicos, em que as mulheres têm o papel de buscar uma maior efetivação em tais espaços. (shrink)

Neste trabalho bibliográfico, defendemos a tese principal de que o outro é a condição humana primordial. Ao partimos desse pressuposto, nosso objetivo neste é analisar o modo como a questão do outro aparece como condição humana na filosofia de três pensadores contemporâneos: Mikhail Bakhtin, Hannah Arendt e Tzvetan Todorov e justificar nossa hipótese. Além da Introdução, onde situamos o pensamento de cada autor de referência deste trabalho, no tópico intitulado O outro como condição humana, destacamos como o outro, enquanto condição (...) humana aparece no pensamento de Mikhail Bakhtin, Hannah Arendt e Tzvetan Todorov e como eles se relacionam entre si. No tópico O lugar do reconhecimento, situamos a questão do reconhecimento do outro, na teoria de cada um dos três autores, bem como fazemos a defesa de cada uma de suas teses. Por último, na Conclusão, exploramos as possibilidades e as aproximações entre os seus principais conceitos, tendo a questão do outro como horizonte de compreensão. (shrink)

One way to allocate tasks to agents is by ascribing them obligations. From obligations to be, agents are able to infer what are the forbidden, permitted and obligatory actions they may perform, by using the well-known Meyer’s reduction from obligations to be to obligations to do. However, we show through an example that this method is not completely adequate to guide agents’ decisions. We then propose a solution using, instead of obligations, the concept of ‘responsibility’. To formalise responsibility we use (...) a multiagent extension of propositional dynamic logic as framework, and then we define some basic concepts, such as ‘agent ability’, also briefly discussing the problem of uniform strategies and a possible solution. In the last part, we show that our framework can be used in the specification of normative multiagent systems, by presenting an extensive running example. (shrink)

This paper reports the experience of using the PAELLA algorithm as a helper tool in robust regression instead of as originally intended for outlier identification and removal. This novel usage of the algorithm takes advantage of the occurrence vector calculated by the algorithm in order to strengthen the effect of the more reliable samples and lessen the impact of those that otherwise would be considered outliers. Following that aim, a series of experiments is conducted in order to learn how to (...) better use the information contained in the occurrence vector. Using a contrively difficult artificial data set, a reference predictive model is fit using the whole raw dataset. The second experiment reports the results of fitting a similar predictive model but discarding the samples marked as outliers by PAELLA. The third experiment uses the occurrence vector provided by PAELLA in order to classify the observations in multiple bins and fit every possible model changing which bins are considered for fitting and which are discarded in that particular model. The fourth experiment introduces a sampling process before fitting in which the occurrence vector represents the likelihood of being considered in the training data set. The fifth experiment considers the sampling process as an internal step to be performed interleaved between the training epochs. The last experiment compares our approach using weighted neural networks to a state of the art method. (shrink)

O presente artigo tem como objetivo localizar o chamado “direito ao esquecimento” na contemporaneidade social. Para tanto, este trabalho – construído pelo método dedutivo e com o uso de leitura bibliográfica como fonte – foi dividido em três capítulos. A introdução traz um esboço de perspectivas diversas sobre as transições das experiências na história moderna, até o presente. Em seguida, o “direito ao esquecimento” é abordado a partir da lógica jurídica kelseniana e na prática jurídica brasileira. Por fim, é abordado (...) o problema do “inesquecível”. (shrink)

This paper revisits the Kantian concept of law, observing principally its moral groundwork and then brings to the discussion the Habermas’ concept of law, culminating in some appreciations on the content and validity of the critique of Habermas to Kant, namely, the hypothesis of a dilution of Kantian law in the moral. For Habermas, the law is an autonomous sphere and should not be based on moral a priori, but must perforce draw support in the ethics of discourse and in (...) consensus. (shrink)

Resumo Palavras-chave: Espinosa. Prudência. Regra prática. Sabedoria teórica. Vulgo. Este artigo propõe-se a analisar o sentido de prudência na Ética de Espinosa. Será examinado o modo como o filósofo apresenta sua noção de prudência ao comunicar suas ideias tanto ao não filósofo como a um leitor mais apto à compreensão da “verdadeira filosofia”. Espinosa escreve, no Tratado Teológico Político, que, para que seja entendido e ensinar qualquer doutrina ao gênero humano, terá de adaptar seus argumentos à compreensão de todos. Assim, (...) sua noção de prudência é uma arte de adaptar sua comunicação ao vulgo e menciona a necessidade de demonstrar essa regra prática através da experiência. Contudo, existe um caminho almejado pelo filósofo que busca a conciliação de uma sabedoria teórica que pretende alcançar uma “prudência mais alta”. Este artigo buscará indicar alguns conceitos e considerações presentes na obra de Espinosa em que sua noção de prudência opera e tem suas bases firmadas no campo do conhecimento e da razão, assim como no campo dos afetos e das relações afetivas. A Parte V da Ética considera em seu primeiro axioma o lugar de mudanças que ocorrem em um mesmo sujeito como uma prática inseparável daquilo que Espinosa designa como prudência. Sem a intenção de esgotar a apresentação desse tema no pensamento do filósofo, essa compreensão será o ponto de partida deste trabalho ainda em andamento, para a análise e reflexão da noção e do sentido de prudência espinosana. (shrink)

A filosofia contemporânea tem investigado variadas temáticas como linguagem, epistemologia social, justiça, estética, dialética, revisitado temas vinculados à metafísica, mas pouco tem discutido um tema simultaneamente especulativo e prático e, consequentemente, tão essencial para os rumos da sociedade atual: a sociabilidade. Na contramão desta tendência, este ensaio pretende abordar o problema da sociabilidade de um ponto de vista filosófico defendendo a tese que o mundo atual sofre de um déficit de intersubjetividade, algo que estes estudos cognomina de “alterofobia”.

A correction to this paper has been published: https://doi.org/10.1007/s10739-021-09640-x.

Trata-se de mostrar, à luz da teoria das emoções de António Damásio, em que sentido “o erro de Descartes” traduz um equívoco do racionalismo ético na medida em que despreza o papel do corpo, da matéria e das paixões para a aquisição e o florescer de uma vida virtuosa no campo da filosofia moral ou mesmo para um conhecimento indubitável no campo epistemológico.

Arbuscular mycorrhiza (AM), a type of plant‐fungal endosymbiosis, and nodulation, a bacterial‐plant endosymbiosis, are the most ubiquitous symbioses on earth. Recent findings have established part of a shared genetic basis underlying these interactions. Here, we approach root endosymbioses through the lens of the homology and modularity concepts aiming at further clarifying the proximate and ultimate causes for the establishment of these biological systems. We review the genetics that underlie interspecific signaling and its concomitant shift in genetic programs for either partner. (...) Also, through the comparative analysis of genetic modules shared by AM and nodulation symbioses, we identify fundamental nodes in these networks, suggesting the elemental steps that may have permitted symbiotic adaptation. Here, we show that this approach, allied to recent technical advances in the study of genetic systems architecture, can provide clear testable hypotheses for the advancement of our understanding on the evolution and development of symbiotic systems. (shrink)